New York Üçlemesi - Paul Auster


Pek bi gündemdeki yazar Paul Auster’in, en çok bilinen ve sevilen kitaplarından biri New York Üçlemesi.  Ama önce şunu belirteyim ki, vallahi de billahi de bu adamın son günlerdeki lafı sözü çıkmadan önce başladım ben kitabı okumaya. Yahut da ben duymamıştım henüz. Sonra interneti bi açtım, olaylağr olaylağr.
Neyse ki konumuz bu değil. Konunun bu olmasını ve çeşitli kafalardan çıkan çok çeşitli sesleri duymak isterseniz, bi sözlüğe girmenizi öneriyorum. Hızınızı alamazsanız, sözlüğe üye olup hemen siz de yazabilirsiniz. Veya bi blog açarsınız.

Ben kitaptan bahsedeceğim. Üç hikâye var kitapta, üçü de dedektif hikâyesi. Denebilir. Ama ben hiç o gözle okumadım. Sevmiyorum cinayet çözmeye çalışan ya da birini takip eden adamların maceralarını okumayı. Paul Auster öyle bi yazmış ki, dedektif hikâyesinden çok felsefe kitabı gibi. Karakterlerin iç dünyasını, duygularını, düşüncelerini o kadar güzel anlatmış ki, olayların absürdlüğüne rağmen kişilerle bire bir tanıştığınızı hissediyorsunuz. Hepsi başta normal görünse de, bi şekilde obsesif tipler, ya da obsesifleştiriliyorlar. Ama hayatta en ufak sorunları büyütüp kocaman hâle gelmesine sebep olduğumuzu farkettiğimizde, belki kitaptan yardım alabiliriz. Tamamını okumak kesinlikle tavsiye ettiğim bişey, ama aşağıda benim en çok ilgimi çeken kısımlar var. Buyrun birlikte bakalım (uzun görünüyor ama spoiler içermez, merak buyurmayınız) :

City of Glass

“You can’t hate something so violently unless a part of you also loves it.”
Bi düşünün. Neden nefret ediyorsunuz? En hırslı, en ateşli nefretiniz neye karşı?

Ghosts

“He thinks about calling her up on the phone for a chat, hesitates, and then decides against it. He doesn’t want to seem weak. If she knew how much he needed her, he would begin to lose his advantage, and that wouldn’t be good. The man must always be the stronger one.”
"Hmm?" yazmışım bu cümlelerin yanına. Gerçekten. Hmmm? Toplumsal cinsiyetçi damarımı attırmayın benim! Ne demek “erkek hep daha güçlü taraf olmalı”? Fiziksel açıdan evet, bu bilimsel bi gerçek olabilir; ama duygusal açıdan böyle bi genelleme yaptırtmam! Roman karakterisin, o yüzden sesimi çıkarmıyorum. “Zayıf görünmek, avantajı kaybetmek” mevzuunda ise Zeze’nin yazısını öneriyorum: Şurda.

“..and while Gray never remembered the past, (...), that did not seem to stop him from living comfortable in the present. “
Hâfıza kaybı geçirmiş bi adam bu. Adı değişiyor, ama gerçekte kimse o olmaya başlıyor. Başka insanların hayatı boyunca ona dayattıkları karaktere bürünmek zorunda hissetmiyor artık. Böyle hâfıza kaybına can kurban. Hemen aşağıdaki de aynı adam.
“whereas Gray had worked as an engineer in his former life, as Green (Gray’in hafıza kaybından sonra aldığı isim) he now kept the job bartender in the bar two blocks away. (...). I was born to be a bartender, he said (...), and who were they to object to what a man choose to do with his life?” 

“To speculate, from the Latin speculatus, meaning mirror or looking glass.” 
Spekülasyon kelimesi Latince aynadan geliyormuş. Düşünmek lazım. Şu Latinceyi sadece doktorların kullandığı kelimelerden ibaret sanmamak lazım galiba.

The Locked Room

"In the end, each life is no more than the sum of coningent facts, a chronicle of chance intersections, of flukes, of random events that divulge nothing but their own lack of purpose.”
Bak bu da bi başka “Hmm?”. Son hikâyemizin baş kahramanı olan abi tarafından söyleniyor bu. Katılmıyorum kendisine. Kısıtlı görüş imkânımızın olması, bi şeylerin sebepsiz olduğunu kanıtlamaz bence.

“..as our lives go on, we become more and more opaque to ourselves..”
Bu uzunca bi iç konuşmanın kısacık bi parçası. Ama bence en güzel özetleyen kısmı. Orada opak kelimesini kullanarak beni kalbimden vurdu Auster. Kendimize olan şeffaflığımızı kaybediyoruz. Büyüdükçe. Kendimize karşı bile açık değilsek, başkalarına nasıl içimizi açacağız bilemedim.

“Only darkness has the power to make a man open his heart to the world (...).” diye cevaplamış aslında Auster, daha soruyu sormadan. Işığı geçirmeyen bünyemizi tedavi etmenin yolu, ışıksız kalmakmış.

Kitap nihâyete ermeden bi türlü tatmin edici bulamadım hikâye sonlarını. Bi yandan deli eden bi yandan da sürükleyen bi şey bu benim için. Enteresan bulduğum başka bi şey de, olaydan çok durum anlatan biçok sayfayı kalp çarpıntılarıyla okumuş olmam. Sanırım cümlelerin verdiği heyecandan. Velhâsılı, okuyun derim, ama sakin kafayla okuyun. Güzel kitap.


katharsis

Phasellus facilisis convallis metus, ut imperdiet augue auctor nec. Duis at velit id augue lobortis porta. Sed varius, enim accumsan aliquam tincidunt, tortor urna vulputate quam, eget finibus urna est in augue.

Hiç yorum yok: