Huzursuzluğun Kitabı

Elimde bir kitap var hem yükte ağır hem içerikte. Her kitapçıya girdiğimde gözüm takılırdı, elime alırdım da almaya cesaret edemezdim. Sonra arkadaşım doğum günümde hediye paketine sarılı çıkardı karşıma :)

Daha kitabı bitirmedim, hatta yarılamadım bile ama o kadar çok kendimden şeyler buluyorum ki paylaşmadan edemedim ! Hep söylemek istediğim şeyler de ben böyle söyleyemezdim tabi dilim dönme(z)di.

Buyrun kitaptan seçkiler. Huzursuzluğun kitabı - Fernando Pessoa

Odasına kapanıp, kendini yatağa atıp gözünü bile kırpmadan bekleyip duranları kendi hallerine bırakıyorum; kulağıma hoş seslerin ve müziklerin çalındığı salonlarda gevezelik edenlere de ilişmiyorum. Kapının önünde oturup gözlerimi ve kulaklarımı manzaranın renkleriyle ve müziğiyle sarhoş ediyor, arabayı beklerken alçak sesle , yalnızca kendim için bestelediğim anlaşılmaz şarkılar söylüyorum.

Bak bu beni anlatıyor mesela : Bende ne varsa, bir başka şeyi izleyerek varlık kazanır; ruh kendine karşı, yaramaz bir çocukla uğraşırcasına sabırsız; giderek büyüyen ve hep aynı kalan bir sıkıntı var. Her şey ilgimi çeker, ama hiçbir şey beni avucunda tutamaz.Karşımda konuşan kişinin yüzündeki mimikleri en ince ayrıntısına kadar yakalarım, cümlelerindeki milimetrik sapmaları fark ederim; ne var ki, duyduğum halde aslında onu dinlemez, bambaşka şeyler düşünürüm ve aramızda geçen konuşmadan en az anımsadığım  o sırada sarf edilen sözler olur- hem onunkiler hem benimkiler. Gerçekten çoğu zaman dinlerken düşündüklerimden dolayı hatırlamam bile söylenenleri.

İnsan, ilginç ya da yararlı ne anlatabilir? Başımıza gelmiş olan şeyler, ya herkesin başına gelmiş ya da yalnızca bizim başımıza gelmiştir.İlk durumda bayatlamıştır, ikinci durumda da bizden başkası anlayamaz onları.

Yalnızlığım beni kendine göre biçimlendirdi, kendine benzetti. Bir başkasının varlığı - bir tek kişi bile olsa - düşünmemi hemen engelliyor ve normal bir insan için bir başkasıyla ilişki kurmak, kendini ifade etmesi, konuşması için uyarıcı görevi görürken, aynı ilişki bende bir uyarmayıcıya dönüşüyor. Kendimle başbaşayken sayısız kişilik özelliği hayal edebiliyor, şimdiye kadar kimsenin kurmadığı cümleleri hemen, şıp diye söyleyebiliyorum. Ne var ki birinin fiziksel olarak yanıma gelmesiyle bunların uçup gitmesi bir oluyor ve aradan bir saat geçmeden uykudan ölecek hale geliyorum. Bu yaz benimkileri başka eve şutlayıp yalnız kalmıştım epeyce. O dönemde de kafamda iki kişiyle hesaplaşıyordum sürekli. Alıyordum A kişisi ile B kişisini karşıma konuşuyordum konuşuyorum konuşuyordum. A kişisiyle görüştüğümde ona da söyledim. "Ben seni karşıma alıp konuşuyorum hep ama karşında olmuyor işte anlatamıyorum." Hep bu böyle olmuştur. İletişim sorunları.

Ve favorim, her kelimesine, her harfine katılıyorum: Biz aslında insanları sevmeyiz. Sevdiğimiz, bir insanın hakkında oluşturduğumuz fikirdir. Kısacası kendi uydurduğumuz bir kavramı- ve sonuç olarak kendimizi sevmekteyizdir. Bu dediğim aşkın her kademesinde geçerlidir. Tensel aşkta yabancı bir bedenin aracılığıyla kendi hazzımızın peşinden koşarız. Tensel boyutu olmayan aşkta, yarattığımız bir düşüncenin aracılığıyla kendi zevkimizin peşinden koşarız. Otuzbir çekmeden yapamayan insanlar iğrenç insanlardır, ama iyi düşünüldüğünde, aşkın mantığını kusursuzca ortaya koymaktadırlar. Ne bir başkasını, ne kendini; hiç kimseyi aldatmayan bir tek onlar vardır. İki insan "seni seviyorum"der ya da bunu düşünür, karşılıklı olarak hisseder ve ruhun faaliyet alanını oluşturan soyut duygular kalabalığında, her ikisi de farklı bir düşünceyi, farklı bir hayatı, hatta farklı bir rengi ya da kokuyu dile getirme derdindedir.

En çok anlamak yoruyor beni. Yaşamak düşünmemektir.



Zeze

Phasellus facilisis convallis metus, ut imperdiet augue auctor nec. Duis at velit id augue lobortis porta. Sed varius, enim accumsan aliquam tincidunt, tortor urna vulputate quam, eget finibus urna est in augue.

Hiç yorum yok: