Big Fish

"The biggest fish in the river gets that way by never being caught."


Hangi kılıkta görsek şaşırmamaya alıştığımız aktris, Helena Bonham Carter, bu kez bir cadı olarak karşımızda. Bu sözlerle Ed Bloom'u (ki kendisinin gençliğini Ewan McGregor canlandırmış) küçük kasabasından uğurluyor. Ed, pek anlamasa da gülümseyerek ve alkışlar eşliğinde çıkıyor küçük kasabasından.

Big Fish'i izledikten sonraki ilk yorumum, hakkında çok fazla konuşulamayacak bir film olduğuydu. Hâlâ fikrim aynı, ancak üstünde konuşmamak, aynı zamanda etkileyiciliğini gözardı etmek olacağından, dayanamadım. Konuşuyorum.
Big Fish, filmden çok bir masal. Aslında, izlediklerim arasında, içinde bu kadar çok masal barındıran tek film. Ve bu masalları bu kadar kocaman bir sevimlilikle, bu kadar huzur veren bir sıcaklıkla anlatan tek film.
Oğlunu masallarla, özellikle de kendi başından geçtiğini iddia ettiği, inanılacak yanı olmayan hikâyelerle büyüten Edward Bloom, bu "masalcı" yönüyle herkesin sevgisini kazansa da, oğlu Will'in kendisine kızmasını engelleyememiştir. Çünkü oğlu, hayallerle yaşayan bir baba değil, her zaman tüm mantığıyla yanında olan bir baba istemektedir. Babasıyla kendisini, "birbirini çok iyi tanıyan iki yabancı" olarak tanımlamaktadır. "We were like strangers who knew each other very well." Ancak bilmediği şey, her hikâyenin babasından bir parçayı oğluna aktardığı gerçeğidir.


Ewan McGregor gibi gülüşü ayrı ağlayışı ayrı güzel bir aktörü, tüm bu masalların başrolünde düşünün. Ve Helena Bonham Carter gibi muhteşem bir yeteneği, en olmadık karakterlere dönüştürün. Bulunduğu her filmi asâletiyle güzelleştiren Marion Cotillard (Jeux D'enfants'taki esas kız)'ı Will Bloom'un güzel eşi olarak hayal edin. Albert Finney'ye de masalları anlattırın. Elde ettiğiniz şey, Big Fish.

Film, masalların tüm o büyüleyiciliğinin yanında, sarsan cümleler de barındırıyor:



"See, to him, there's only two women: Your mother, and everyone else."


"I've been nothing but myself since the day I was born! And if you can't see that, it's your failing, not mine!"

Ve tabii ki, gülümsetenler. ( "Eğlenceli yalanlar". Will'in babasını anlatmakla suçladığı şeyler gibi.: "You tell lies dad. You tell amusing lies." ):

"-You shouldn't swear. There's ladies present.
 -Shit.
 -Damn.
 -Screw."


"If I go back, they'll think I'm a coward. I'd rather be dinner than a coward. Here. You can start with my hand. It'll be an appetizer."



Ewan McGregor'ın dinlemekten usanmayacağım aksanı ve vurgularını belirtmeden geçemeyeceğim. Kendisini dünyanın en güzel âşık olan adamı ilan ediyorum.

Ve, Mr Nobody ile hayatıma giren o tatlı şarkıyı Big Fish'te tekrar duymanın mutluluğunu da, şarkının kendisini de sizinle paylaşarak yazıyı sonlandırıyorum:

Everyday - Buddy Holly
Love like yours will surely come my way. A-hey, a-heyhey!



katharsis

Phasellus facilisis convallis metus, ut imperdiet augue auctor nec. Duis at velit id augue lobortis porta. Sed varius, enim accumsan aliquam tincidunt, tortor urna vulputate quam, eget finibus urna est in augue.

2 yorum:

kronik dedi ki...

Merhaba,
Geçenlerde bir TV kanalında denk gelip izlediğim gerçekten güzel ve fantastik bir film. Hayata dair çok güzel çıkarımlar da var.
Film buram buram Tim Burton kokuyor.
Yazınız çok güzel. Film içinde benim de hoşuma giden replikleri buradan takip etmek güzel olacak.

katharsis dedi ki...

Merhaba,
Teşekkür ederim, çok sevindim yazıyı beğenmenize, özellikle Mr Nobody'yle ilgili yazınızı okuduktan sonra. İkisi de çok tatlı, yeri ayrı olan filmler :)