İsmail - Daniel Quinn

Öğretmen, öğrenciler arıyor. Dünyayı kurtarmak için ciddi ve içten istek duyanlar. Bizzat başvurun.

Hayatı boyunca bir öğretmen aramış ama pes etmiş, hayallerini geride bırakmış adam gazetede gördüğü bu ilanın da  "öğretmen" olduğunu iddia eden bir kalpazana ait olduğunu düşünerek oyununu bozmak üzere ilandaki adrese gider. Öğretmen ile karşılaştığında ise tüm planları alt üst olur. Öğretmen kalpazan mıdır bilinmez ama, bir gorildir.

Goril mi? Nasıl yani? Ama efendim nasıl iletişim kurdular? Nerden çıkmış şimdi bu hayvan gibi soruların cevaplarını kitabı okuyacak olanlara bırakmak istiyorum. Daha çok kitabın düşündürücü kısımlarından bahsetmek istiyorum sizlere.

Önce kavramlardan bahsedelim: Alanlar ve Bırakanlar. İsmail isimli gorilin Alanlar olarak tanımladığı insan grubu günümüz kültürüne ait insanlardır. Üretmek ve tüketmek üzerine dayalı modern ve uygar yaşamları ile tarım ile üretimin başladığı tarihten bugüne uzanan insan kültürü Alanlara aittir. Bırakanlar ise yaşamlarının temelinde üretim olmayan, Alanların ilkel olarak nitelendirdiği geriye kalan insanlardır. Eski zamanları düşünürsek tarım yapanlara karşı avcı ve toplayıcılar diyebiliriz.

Kültür nedir? Kültür ortak bir hikayeyi canlandıran insanlardır. Hikaye ise insan,dünya ve tanrılar arasında geçen bir senaryodur. Doğduğumuz andan itibaren kulaklarımıza bu hikaye fısıldanır. O kadar aralıksız anlatılır ki, bir hikayeyi dinlediğimizin, o hikayeyi canlandırmak, gerçeğe çevirmek için yaşadığımızı fark etmeyiz bile.

Bir insan topluluğun hikayesi nasıl başlar? Tabi ki yaradılış efsanesi ile. Efsane mi? dediğinizi duyar gibiyim: Efsane değil, artık evrim gibi bilimsel bir açıklamaya sahibiz:

"Yaşam antik okyanusların kimyasal sularında başladı. Tek hücreliler evrimleşerek daha karmaşık yaşam formlarına döndüler ve daha fazla karmaşık ve daha fazla karmaşık... Karay çıktılar önce, evrimleşerek sürüngen oldular. Sürüngenler memelilere evrimleşti. Memelilerin primat kolundan sonunda insan oluştu. Hayvanların en üstünü insan ortaya çıktı ve dünya üzerine egemen olmaya başladı."


İsmail ise bu cevabınıza şöyle karşılık verirdi: "Tamam işte, tam olarak kast ettiğim yaradılış efsanesi buydu. Sadece insan artık ortaya çıktı diye, evrim frenlerini gıcırdatarak durdu mu?" Eğer milyarlarca yıl geriye gidip bir denizanası ile iletişime geçebilseydik onlarda yaradılış hikayelerini heyecanla şu şekilde bitirirlerdi: "Ve tek hücreliler ile başlayan yolculuk karmaşık bir yapının oluşması ile sona erdi: Denizanaları ortaya çıktı!!" Ama biz artık biliyoruz ki evrim denizanası ile bitmedi. İnsan ile neden bitsin?

Fakat Alanların hikayesinin temelinde bu vardır: " İnsan en üstün varlıktır. Dünya insan için yaratılmıştır. İnsan dünyaya düzen getirmek için gelmiştir." Alanlar canlandırdıkları hikaye ile doğa ile uyumu reddederler. Bir anlamda evrimi duraklatırlar.

Kitapta en çok hoşuma giden hikayeciklerden biri Adem ile Havva'nın cennetten atılışı hikayesine yapılan yorum oldu. Üç büyük dinin de üyeleri Adem'in Hayat Ağacı'ndan yediği elma yüzünden atıldığını bilir. Peki tanrılar neden Adem'in elmayı yemesini yasaklamıştır? Hiç bir din kitabında cevaba ulaşamazsınız. İsmail'in açıklamasını dinleyin bir de:

Tanrıların adil bir şekilde dünyayı yönetmelerinin sırrı İyi ve Kötünün Bilgi ağacının meyvesidir. O meyveyi tadan Tanrılar dünya düzeni için gerekli olan bilgiye sahip olurlar: Kimin yaşayacağı ve kimin öleceği bilgisi.

Adem'i yarattıklarında ise Tanrılar onun geleceği hakkında endişelendiler. Eğer Adem bu meyveyi tadarsa bir Tanrı olmadığı için gerçekten bilgiye sahip olmayacaktı. Daha kötüsü, sahip olduğunu sanacaktı. Bilgiye sahip olduğunu düşünmenin verdiği özgüven ve güç onu sonuna doğru sürükleyecekti. O yüzden karar aldılar ve dediler ki: "Bahçedeki her ağacın meyvesinden yiyebilirsin; İyi ve Kötünün Bilgi Ağacı dışında. Çünkü o ağacın meyvesini yediğin gün kesinlikle öleceksin."

İnsan hakkı olduğunu düşündüğü hakimiyeti dünya üzerinde kurmadan önce dünya gelişim göstererek milyarlarca yıl yaşadı. Şimdi ise tükenen kaynaklar, kirlenen doğa, delinen ozondan bahsediyor, dünyanın sonunu göz göre göre bekliyoruz. Tarıma başlayarak söz sahibi olmaya başladık. Doğanın bize verdiğine muhtaç olmaktan kurtulup istediğimiz kadar üretmeye başladık. Ama durmadık. Doğanın harika işleyen bir dengesi vardır: Bir bölgede otlayan hayvan sayısı arttıkça otlar azalır. Bunun üzerine beslenemeyen hayvanların sayısı azalmaya başlar. Ölen hayvan sayısı ile tüketim miktarı azaldıkça otlar tekrar artar ve tekrar hayvan sayısı. Bu düzen sonsuza kadar sürer.İnsan ise bu dengeye dur dedi. Üretimi devraldı, ihtiyacından fazla üretti, fazlasını sakladı. Ve nüfus hiç durmadan arttı, artmaya devam ediyor. İnsanın elini nereye attıysa ordaki muhteşem doğa dengesini bozdu.

İnsan nasıl yaşamalı?

Doğanın işlemesini sağlayan kural aslında çok basittir:   "İhtiyacın olanı al ve gerisini rahat bırak". Alanlar rakiplerinin yiyecek elde etmelerini kabul etmezler. Vahşi doğada ise Bu ceylan benim diyebilirsin, ama bütün ceylanlar benim diyemezsin.

Özetle:

Ta en başından beri yaşamış olan her şey dünyaya aitti ve her şey şu anda bulunduğu haline bu sayede geldi. Ve Bırakanlar üç milyon yıl boyunca buna uygun yaşadılar, dünyaya ait olarak. Bu sayede Alanlar ortaya çıktı. Alanların hikayesinin öncülü "Dünya insana aittir" dünyayı felakete sürüklerken, Bırakanların öncülü olan " İnsan dünyaya aittir" yaradılışı sonsuza kadar devam ettirir.

Peki insanlar bu hikayeyi canlandırmayı nasıl sonlandıracak?  Zararlı bir fikir bileşimini sadece kökünden söküp geride bir boşluk bırakamazsınız; insanlara kaybettikleri şey kadar anlamlı bir şey vermek zorundasınız - bu gezegende kendi ihtiyaçlarına doğrudan ya da dolaylı olarak hizmet etmeyen her şeyi yok eden Üstün İnsan dehşetinden daha anlamlı bir şey.-

Sonra İsmail'in öğrencisi şöyle der:

"İnsanların bana şunu diyeceğini biliyorum: Tekrar avcı-toplayıcı mı olalım diyorsun?"

"Bu tabi ki budalaca bir fikir" dedi İsmail. "Bırakanlar toplumunun avcı ve toplayıcılıkla ilgisi yok, canlılar toplumunun geri kalanına yaşama izni vermekle ilgisi var. Ve ziraatçiler de bunu avcı-toplayıcılar kadar iyi yapabilirler.  Siz de yaratıcı olmalısınız, eğer sizce buna değerse ve hayatta kalmak umrunuzdaysa. Siz yaratıcı bir toplumsunuz değil mi? Ve bununla gurur duyarsınız doğru mu?



Daniel Quinn'in kitabını Türkçeye çeviren Ebru Eroğlu'nun bu kitapla tanışması da bana ilginç geldi. Kitap eline kocasının ahbap olduğu King Crimson grubunun davulcusunun yolladığı bir kargo ile geçmiş. O zaman King Crimson'dan gelsin:   Searching for mean... You looked everywhere but not inside you.



Zeze

Phasellus facilisis convallis metus, ut imperdiet augue auctor nec. Duis at velit id augue lobortis porta. Sed varius, enim accumsan aliquam tincidunt, tortor urna vulputate quam, eget finibus urna est in augue.

Hiç yorum yok: