Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği - Milan Kundera

Uzun süren "kitap okuyamama dönemleri"min birinden bu kitapla çıktım. Evet yine eskisi gibi kitabın kapağını açmaya üşendim, başına oturmak istemedim; ama Kundera'nın bir-iki cümlesi yetti beni içine almaya. Bir kere de olmadı bu, kitabı yarılamışken bile geçmeyen üşengeçliğim, kitabın sayfalarını çevirerek oynarken gözüme takılan tek cümleyle geçti kaç kez.
Üstelik beni peşine takan cümleler, az sonra yazacaklarım gibi "veciz" olanlar da değildi. Tereza'nın uykuya dalışını, Tomas'ın yeni bir kadına gidişini, Sabina'nın ihanetlerini tekrarlayıp duran basit kelimelerden oluşuyordu hepsi. Onların güzelliğini ancak kitabı okurken keşfetmek mümkün, hikâyenin içinde güzeller çünkü. Dünyanın en akıllıca telif hakkı koruması bu olsa gerek. Ben hırsızlığımı, az çok herkesin kafasında belli anları, belli dertleri canlandırabilecek "global değişken"ler üzerinden yapıyorum. Buyrun efenim:

Sadece tek bir hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz. (Burda Picasso resmine bakıp, "Bunu ben yapsam yüzüne bakmazlar, o adam yapmış sanat olmuş" geyiğini yapan adamlara hak verdim. Ben söylesem kimse dinlemez anasını satıyım! )

"Einmal ist keinmal," diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer. onu hiç yaşamamış da olabiliriz, farketmez.

Ama âşık insana midesinin gurultusunu dinletecek oldunuz mu bir kere, ruhla bedenin birliği, bilim çağının  o lirik yanılsaması hemen siliniverir. 

Gözü "daha yükseklerde bir yerde" olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır. (Şuur diliyorum, hepimiz için.)

Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmalıydılar. (Zeze'ye not: Terazi ve Duvar)

İhanet setleri yıkmak demektir. İhanet setleri yıkmak ve bilinmeyene doğru başını alıp gitmek demektir. Sabina bilinmeyene doğru başını alıp gitmekten daha harika bir şey düşünemiyordu.

Onlara komünizmin, faşizmin, bütün işgallerin, bütün istilaların ardında çok daha temel, yaygın bir kötülüğün yattığını ve bu kötülüğün havaya kalkmış yumruklar ve dillerinde bir ağızdan haykırılan birörnek hecelerle uygun adım yürüyen insanlardan oluşan bir resmi geçitte en somut görünümüne kavuştuğunu anlatabilmek isterdi. Ama onlara bunu hiçbir zaman anlatamayacağını biliyordu. (O kadar uzun bir cümleyle anlatmak zor bence bunu, daha basit konuşmak lâzım. :)

Sabina için gerçek yaşamak, ne kendi kendimize ne de başkalarına yalan söylememek, ancak insanlardan uzak olunduğunda mümkündü; yaptığımız işlere başkasının gözü değdği an, ister istemez o göze hoş görünmeye çalışırız ve yaptığımız hiçbir şey dürüstçe olmaz. (Bu satırları okurken bu blog'u ve yazdıklarımı düşünmekten kendimi alamadım.)

"Yarı yarıya toprağa gömülmüş bir kargayı kurtarmak, cumhurbaşkanına dilekçeler göndermekten çok daha önemli," dedi.

Tek başına okunduğunda belki en anlamsız geleni, ama benim aklımda en çok yer edenini de söyler, artık uykuya dalma vakti derim:
Evet, istediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!

katharsis

Phasellus facilisis convallis metus, ut imperdiet augue auctor nec. Duis at velit id augue lobortis porta. Sed varius, enim accumsan aliquam tincidunt, tortor urna vulputate quam, eget finibus urna est in augue.

4 yorum:

Bir Adamın Güncesi dedi ki...

Hayatıma anlam katan bir numaralı kitaptır. Ve adını duymam bile yeterli hakkında yazılanı okumak için. Ardından demem şudur ki, bir bölüm vardır içerisinde, hani Tereza ile tanışmasına, aynı yatağı paylaşmasına neden olan o "tesadüfler" silsilesini anlattığı bölüm. Bayılırım. Bir bakıma kitabıda özetler gibi gelir bana. Oku ve okuttur. Hala bakmadıysan Kundera'nın diğer eserleri de saracaktır.

katharsis dedi ki...

"Bir aşk unutulmaz olacaksa eğer, küçük rastlantılar Assissli Francis'in omuzlarına konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı doğru süzülmelidir."

diye bi ekleme yapayım o zaman yazıya. Kundera'nın diğer eserleri de sırada tabii.

Adsız dedi ki...

"Evet, istediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!"

Uyumayı sevmeye, daha uykuya dalmadan o uyku halini sevmeyle başlayan kişiyim. Salt kendim olmayı, sadece uyurken gerçekleştirebilirmişim gibi. Kafamı yastığa gömüp, yaz kış demeden üstüme aldığım yorganın beni bulutlar arasında uyuyormuş gibi hissettirmesine hayranım. Bunu hissedip söylemek için daha önce bulutların arasında uyumuş olmam gerekmez. Ve evet mümkün olmadığını biliyorum ama his işte. Sorgulayamazsın, sadece nasıl bir his olduğunu bilir ya da tahmin edebilirsin. Yan yatıp yastığı omzumla başım arasında toparladığım, yorganı öteki yanağımın üzerinden çenemin altına kadar getirip sıkıştırdığım o hali aldığım zaman, benden huzurlusu olmadığını düşünmüşümdür hep. İstediğim sonsuzluk, sonsuz huzur olduğu için kapatıveriyormuşum gözlerimi. Farkettim. Tek başına okunduğunda en anlamlı geleni, bana en çok ulaşıp kendini iki kere okutturanı bu oldu belki de o yüzden.

Kitabı da ikinci kez, bu bilinçle okumak istedim. İş, güç bitsin, sessizlikte yeniden konuşturayım Kundera'yı.

Zeze dedi ki...

Ne kadar güzel anlatmışsın uykunun tatlı büyüsünü! Sana canı gönülden katılıyor, aynı şeyleri hissediyorum. Yorucu, kafa karıştırıcı, hatta üzücü bir günün en etkili ilacı yatağa geçiş, uykuya dalış anıdır.