Bi önceki akşamın sıcak ve memnun duygularından sıyrılmadan, yeni bi heyecan sardı bizi. O sabah S. Bilbao'dan Barselona'ya gelecekti! Özlemiş idik. O da özlemiş idi. Sabah erkenden kalkıp, kahvaltıyı sonraya bırakıp karşılamaya gittik. Sokak ortasında, her zamanki performansının yarısına yakın sarılmalarla idare ettikten sonra, bir Türk çifte yol tarif edip (artık kurdu olmuşuz tabi oraların. özellikle de ben (!)), otelde güzel bi kahvaltı yapıp tekrar yola düştük
.
Hedefimiz, kapısındaki kuyruk kilometrelerce değilse, Sagrada Familia'yı gezmekti. Şansımıza, yarım saat beklemek yetti. 11 Euro giriş için, 3 Euro da sesli rehber için ödedik ve girdik. (Aslında 3 Euro'yu sesli rehber yerine kulelere giriş için ödemeyi tercih edecektik ama kulelere topluca çıkılıyordu, ve en yakın çıkış 90 dakika sonraydı. Beklemek istemedik.) Ve koca bazilikadan içeri adımımızı attık. Kendi adıma, içeriye alışmam kolay olmadı. Dört yanımda vitraylı devasa pencereler, nereye baksam sütunlar, çılgınca detaylı tavan, ve koskocaman bir yapının içi.
Sütunlar, Gaudi'nin doğaya hayranlığının ve doğayı örnek alışının en net göstergesi sanırım bazilikada: Yeterince yükseldikten sonra ağaç gibi dallara ayrılıyorlar, ve o dallar da daha küçük dallara ayrılarak tavanı taşıyorlar. Görsel estetiğin yanında, tavanı taşıma açısından da daha verimli olmalarını sağlıyormuş bu özellik. Ve Gaudi'nin ışık konusundaki hassaslığı: Ne çok ışık almalı bina, ne de az; diyormuş. Tam kararında ayarlanmalı. Barselona'dan aldığım Gaudi hakkındaki kitapta diyor ki; pencereleri ve tonozları öyle ayarlamış ki, bazilikanın ışıklandırılması, bir ormanın ağaç yaprakları arasından güneş ışığını almasını andırıyormuş.
Ama o dış cephe! İsa'ya adanmış en yüksek kulesi 170 metre. Ön kapının üstünde, garip bi şekilde "çarpıtılmış" biçimlerde İsa'nın çarmıha geriliş sahnesi. Arka kapıların üstünde imkânı yok bi kerede incelenemeyecek heykeller. Her biri İncil'den, Hz. İsa'nın yaşamından ayrı bir hikâye anlatıyor. Bu imkânsız sahnelerde o kadar çok hayvan figürü var ki, her bakışta yeni bir tanesini bulabiliyorsunuz. Kapının iki yanındaki sütunların dibindeki iki kaplumbağanın birbirinden farklı olduğunu da gülümseyerek dinledim: Denize yakın taraftaki bir caretta caretta, diğeri bildiğimiz kaplumbağa.
Sagrada Familia'nın içinde, Barselona'ya giderken binmiş olduğumuz uçaktan bi çift ve bi tek olmak üzere üç kişiyle karşılaştık. M.'den, ertesi gün yağmur yağacağını öğrenir öğrenmez, aynı gün Park Güell'e gitmeye karar verdik.
O akşam için yemek planımız belliydi: Plaça Reial'de gözümüze kestirdiğimiz Les Quinze Nits'e gidilecekti. Hem şık, hem de nispeten uygun fiyatlı bi restoran. Her akşam önünden geçtiğimiz restoranda, bu kez dışarda oturmak için sıra vardı. Dışarda ve içerde oturmak arasında fiyat farkı olmadığını öğrenince sıra beklemeye başladık. Açılan masaları beğenmeyip daha da çok bekledik, ve sonunda en güzel masaya kurulduk. Zeze meşhur soğuk çorba Gazpacho'yu denedi. Ben de ördek yedim ilk defa. Yeni tatları sevdik. Çok keyifli bi yemek yedik.
Velhasılı, üçüncü gün, ikinciyi aratmayacak kadar güzeldi. Dördüncü günde görüşelim!
4 yorum:
Barcelona'yı özlettin bana Katharsis!
Aa-ha! Ne mutlu bana! Allah kavuştursun, ne diyeyim. :)
geçtiğimiz mayısta oradaydım burnumda tüttü oralarşimdi yine:( sağol güzel paylaşım için
Ne demek, her zaman :)
Yorum Gönder