dönüş günü tam da bu bankta oturup huzur bulmuştuk. |
Maremagnum'un deniz tarafındaki kapısından çıktığımız anda bir "Tapa Tapa" tabelasıyla karşılaşıp sevinçten çılgına döndük!!! Bir şubesi de oradaymış, Maremagnum'un altında, denizin dibinde. Hemen oturduk en güzel masalardan birine, âdetimiz olduğu üzre. Tapalarımızı ve palleamızı ısmarladık, hafiften yağan yağmurun ve denizin keyfini çıkardık. Rüya gibi bi öğle yemeği oldu. Menüyü sizlerle paylaşalım:
Truita de Patates: İkinci resim ön taraftaki kübik oluşum. Kızarmış ekmeğin üstüne bir küp haşlanmış paates buz gibi. Olmamış bu. Siz sipariş etmeyin bence.
Pollastre Teriyaki amb esparres: İkinci resim arka taraf. Tapa Tapa'ya ilk gidişimizde de yediğimiz pek sevdiğimiz teriyaki soslu tavuk. Dipnot: Polla İspanyolca'da tavuk demek.
Crepes de Marise: Sol köşe. Ay sen ne tatlı şeysin! Deniz ürünlü püremsi bir şey krepe sarılmış. Üstünde de yengeç sosu vaaaaaar! Çok güzeldi çok çok güzeldi. Neyse ki S. sevmedi bol bol yedik.
Paella: Çok güzelsin bebeğim. İç ses: Seni çok özledim!
Sonrası zaman nası geçti anlamadan (banka ararken tesadüfen La Pedrera'yla karşılaşmamız o zaman zarfında oldu), kendimizi tren istasyonunda S.'yi uğurlarken bulduk. Hızlı bi vedalaşma sonrası, tekrar Zeze'yle başbaşaydık. O akşam, Venedik'teki 18 saatlik aktarmamız boyunca bi otelde kalamayacağımızı anladık. Çünkü aktarma yapacağımız Marco Polo Havaalanı'yla Venedik arasında pratik bi yerlerde olan oteller ya çok pahalıydı, ya da tek gecelik rezervasyon kabul etmiyordu. Bari dedik bu gece uykumuzu alalım. Erken bi akşam yemeği ve toparlanmayla geçti gecemiz. Yemeğimizi QuQu' da yedik.
Dönüş günü geldi çattı tabii. Önce büyük çarşı Mercat de Santa Caterina'ya, sonra da bi türlü gidemediğimiz Picasso Müzesine doğru gitmeye karar verdik. Çarşının Gaudivâri mimarisi dışında ilgimizi çekebilecek bi yönü yoktu, ama eğer Barcelona'da yaşasaydık muhtemelen uğrak bi yer olurdu bizim için. Çarşının internet sitesinin girişinde de çatısındaki motif görülüyor: www.mercatsantacaterina.net
Picasso Müzesi, daha önce Google Maps'te de bakıp şaşırdığım gibi, daracık ama çok sevimli bi sokak üstünde. Sokak boyunca hediyelik eşya satan dükkânlar var tabii, bir de çok şık kafe.. Müzeye girmeyi, kapıdaki kuyruğu görene kadar istiyordum, ama maalesef beklenecek gibi değildi, ve bizim kaçırmamamız gereken bi uçağımız vardı. Şu anda üzülüyorum müzeyi görmediğim için. Giderseniz benim yerime görün olur mu? Hazırladığımız sandviçleri o sokakta yedikten sonra, tekrar yola koyulduk. La Rambla'ya doğru çıkarken, bi kilisede ayin olduğunu görüp sessizce içeri girdik. Şahit olduğum ilk Hristiyan ibâdeti oldu bu böylece. Güzel korolarını dinleyip, bi süre izledik ve çamurlu sokaklardan, La Rambla üzerinden tekrar otelimize döndük.
Bavulları alıp tren istasyonunda T-10'larımızdaki son geçiş haklarını kullandık. Dikkatsizlikle yanlış trene binip, havaalanına gitmediğini öğrenip bir durak sonra inişimiz, ve beş dakika sonra doğru trene binişimiz dışında, tren yolculuğu sorunsuz geçti. Uçuş da öyle.
Venedik Marco Polo Havaalanı'na indiğimizde deli gibi yağmur yağıyordu. Uzun, soğuk ve uykusuz bi gece, oracıkta bizi bekliyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder