Zeze bana kızdı. Haklı da. Ben de kendime kızıyorum. Gün geliyor her şeye koşturuyorum, yorulmuyorum da. Gün geliyor kolumu kıpırdatacak gücü bulamıyorum kendimde. Kime söylesem "Havalardandır" diyor. Bi garip. Kış gelirken de öyle diyorlar. Mevsim değişirken kurtadama mı dönüşüyorum?
2 gün önce Zeze'nin müzikal gösterisi vardı. Bu akşam yine var, ben ilk defa izliycem. Son yazısını okurken nerdeyse gözlerim dolacaktı. Çok özlüyorum ben o sahnede uyumaları, ağlama krizinden sonra histerik kahkahaları, kuliste bekleşmeleri, önceden hiç tanımadığın bi grup insanla gününün nerdeyse tamamını geçirip her hâlinle karşılarında olmayı, onlarla garip bi bağ kurmayı... Sürekli içimde olan geri dönüş isteği bundan belki. Bıdıkların (bıdık dediklerim de koccaman oldu ya neyse) oyununu seyircilerin arasından izleyip gururlansam mı, kulise gidip o günleri mi yaşasam bilemeyişim de bundan.
Bi daha olur mu bilmiyorum ama; 15 dakika diye bi yazı yazmışım zamanında, ordan feyz alarak, "Bi daha olsa keşke" demek yerine "İyi ki olmuş" demeye karar verdim. Ben galiba dizlerimi kanatmadan geçirdiğim çocukluğumu cânım lisemin tiyatrosunda yaşadım. Geç de olsa.
Peki neden yaz gecesi ruhu?
Gece, günün en büyülü saatleri değil midir? Gündüzün kaosundan sıyrıldığın, kendinle baş başa kaldığın, maskelerini indirme şansına sahip olduğun, kalabalıklarından arındığın saatler.
Her şeyi yapabilirmiş, herkese ulaşabilirmiş gibi hissettiğin, varolmaktan en çok keyif aldığın dakikalar.
Kendi dünyanda ördüğün ince bir duvarın ardında gerçek dünyayı kısa bir süre için geride bıraktığın, yalnız kalabildiğin, dünyanın aslında sadece sen olduğunu en iyi anladığın saniyeler.
Bu büyülü araf en çok da yazın bulur beni. Bu blog da bir yaz gecesi doğmadı mı zaten?
Şimdi söyle, yaz gecesi ruhunu sen de hissetmedin mi hiç?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder