Buraya yazdığım ilk yazının, ki aynı zamanda herhangi bir blogda yazdığım ilk yazı olur kendisi, pek bir güzel olmasını istemekte gereksiz heyecanlı mı davranıyorum bilmiyorum. Ama nedense Zeze "Hadi birlikte yazalım." dediğinde, blogu ilk gördüğümde hissettiğim heyecanın bu kez mutlulukla karışık hâlini hissettim. Ve bu iki duygunun arası toplamda on dakika kadar olduğu için, o günkü duygu kapasitemin tamamını doldurmuşlardı. Sebeplerine girmek istesem de, kısa ve öz bir "Hoşbulduk, hem de çok hoş."la yetinmeyi tercih edeceğim şimdilik. Böylece ilk yazı kısmını aradan çıkarıp, direkt ikinci yazıyla başlayacağım.
Yarınki finalimi de sağ sağlim verirsem eğer, bol bol haşır neşir olacağız diye düşünüyorum. Zira parmaklarımın klavyeyle münasebetini kesmekte zorlanıyorum.
Son olarak, Zeze'ye, güneşi tek başına da gayet güzel uyandırabiliyorken, bunu benimle birlikte yapmak istediği için sonsuz sevgi pıtırcıklarımı gönderiyorum, ve gidiyorum.
Peki neden yaz gecesi ruhu?
Gece, günün en büyülü saatleri değil midir? Gündüzün kaosundan sıyrıldığın, kendinle baş başa kaldığın, maskelerini indirme şansına sahip olduğun, kalabalıklarından arındığın saatler.
Her şeyi yapabilirmiş, herkese ulaşabilirmiş gibi hissettiğin, varolmaktan en çok keyif aldığın dakikalar.
Kendi dünyanda ördüğün ince bir duvarın ardında gerçek dünyayı kısa bir süre için geride bıraktığın, yalnız kalabildiğin, dünyanın aslında sadece sen olduğunu en iyi anladığın saniyeler.
Bu büyülü araf en çok da yazın bulur beni. Bu blog da bir yaz gecesi doğmadı mı zaten?
Şimdi söyle, yaz gecesi ruhunu sen de hissetmedin mi hiç?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder