Daha bir kaç saat önce "Bloga yazı yazmak istiyorum ama son zamanlarda ne kitap okudum ne film izledim." diye isyan ediyordum katharsis'e. Beni yazı yazmaya itecek konunun ders çalışırken önüme birden düşeceği aklıma hiç gelmemişti.
Yarın sabahın köründe Production Management / Üretim Yönetimi finalim var, okumam gereken sayfa sayısı 500e yakın. An itibari ile 418deyim. Konumuz insan kaynakları, iş tasarımı:
Adam Smith isimli ekonomistimiz, kendisi aynı zamanda sonuca odaklanan iş etiği tiplerinden biri olan "egoism"in babası olarak görülüyor, 18.yyda yaşarken "job specialization" fikri ile ortaya çıkıyor. Meslek uzmanlaşması diye mi çevirelim bilemedim. Yani bir ayakkabı üretimi sırasında görevli işçiler baştan sona ayakkabıyı yapmıyor da biri deriyi kesiyor, biri yapıştırıyor, biri dikiyor. Bu mesleki uzmanlaşma işletmecilerin işçi masraflarını azaltıyor, nasıl mı?
* İşçi sürekli aynı işi yaptığı için kısa sürede işini çok iyi öğreniyor, giderek hızlanıyor.
* Yaptığı iş o kadar basit, kullandığı araç sayısı o kadar az ki, ordan oraya hareket etmesi bile gerekmediği için üretim sırasında baya bir zaman kazancı oluyormuş.
Gözlerinde at gözlüğü çalışıyorlar yani, ama bir ayakkabı yap desen, yapamaz, öyle de bilinçsiz:
"Meli meli deriyi kesmeli."
Durun en eğlenceli kısmına geliyoruz:
Bu sistem ile işçiler çok aptalca bir işi tekrar tekrar yapmak zorunda kalsa da, bu iş oldukça sıkıcı olsa da hatta mind numbing (kafa s.kici diye çevirmek tam yerinde olur sanırım) olsa da, gerçekten işletmecilere müthiş bir verimlilik sağlarmış. Ama diyor sevgili ders kitabım, üzülmeyin! Bu hayli vasıfsız, yetenek bile gerektirmeyen ("modest skills" demiş çok kibarsın tatlım!) küçük işler için hayli makul miktarda ücret ödenmektedir ve işsizlik gibi hayli geniş bir havuz olduğundan bu işi seçecek bir sürü kişi çıkacaktır!
Şöyle de devam ediyor dalga geçer gibi: "Job specialization genelde çalışanın sadece manuel yeteneklerini kullanmak ister, beynine gerek yoktur. Ama zaman ne gösterir bilinmez, gelişen bilgi toplumunda artık işletmeciler çalışanlarından beyinlerini de işlerine katmayı isteyebilirler"
Peki ya insanın işe yarama içgüdüsü, üretme içgüdüsü? Mary and Max'teki umutsuz baba aklıma geliyor, emekliliğine kadar bir üretim hattında sadece düğmeye basan. Aidiyet duygusu eksikliği, işe yaramamanın verdiği tatminsizlik, boşa geçen vakit...
Evet ben bir İşletme Mühendisi adayıyım. O işletmecilerden biri olmaya adayım. Sizce hala umut var mı?
Peki neden yaz gecesi ruhu?
Gece, günün en büyülü saatleri değil midir? Gündüzün kaosundan sıyrıldığın, kendinle baş başa kaldığın, maskelerini indirme şansına sahip olduğun, kalabalıklarından arındığın saatler.
Her şeyi yapabilirmiş, herkese ulaşabilirmiş gibi hissettiğin, varolmaktan en çok keyif aldığın dakikalar.
Kendi dünyanda ördüğün ince bir duvarın ardında gerçek dünyayı kısa bir süre için geride bıraktığın, yalnız kalabildiğin, dünyanın aslında sadece sen olduğunu en iyi anladığın saniyeler.
Bu büyülü araf en çok da yazın bulur beni. Bu blog da bir yaz gecesi doğmadı mı zaten?
Şimdi söyle, yaz gecesi ruhunu sen de hissetmedin mi hiç?
5 yorum:
sanırım işletmecilerin son isteyeceği şey olurdu çalışanlarının beynini kullanması:) Düşünen insan öyle ya da böyle düzenden kaçış yolu bulcaktır kendine.Yani umarım böyledir:)
Düzen öyle bir düzen olsaydı ki ders notlarımda bahsedilen, sadece "modest skill" gerektiren işler günümüz teknolojisi sayesinde paraya muhtaç,tek umudu bu iş olan işçilerle değil de robotlar vb teknolojik harikalar sayesinde yapılsaydı ve tüm çalışanlar beyin ya da yeteneklerini kullanarak tatmin edici işlerde bulunsalardı, düzenden kaçış diye bir şey olmasaydı.
Ama işletmecilere bu kadar kötü bakmamak lazım. Çalışan beyinlere bir itirazım olmaz asla bir işletmeci olursam eğer. Hatta her zaman çalışmayan beyinlere karşı savaşıyorum şu anda bile. Ama her zaman üst kademede söz sahibi olan kişiler olacaktır, bence olmalıdır da.En basidinden bir doğum günü organizasyonunda bile son sözü söyleyen bir arkadaş gerekir. Ki arkadaş ortamında gözlemlerimden de gördüğüm üzere özellikle yeni nesil karar verme mekanizmasına sahip değil...
Konuyla çok ilişkili değil,az ilişkili yazcağım yorum belki.Dün gece izlediğim filmden bikaç diyalog yazmak istedim:
A:Yani aydaki arsaların hepsi satıldı mı?
S:Hayır, sadece görünen yüzündekiler.
A:Ama anlamıyorum.Sana ait olmayan bir şeyi nasıl satabiliyorsun?İnsan nasıl ayın sahibi olabilir?
S:Kimse de dünyanın sahibi değil.Ama arsalar satılıyor.Kimse bir şeyin sahibi değilse,
herkes onu alabilir o zaman.Burası büyük bir şehir.İnsanlar sahip oldukları yeteneklere
ve güce göre hayatta kalıyorlar.
Çorap, pantolon, Ay...
Ne sattığın önemli değil, satman yeterli.
A:Kim Ay'da arsa ister ki?
S:Kaçıp gidebilecekleri bir yerleri olsun isteyenler.
Düzen dediğimiz şey kısmen bu.İşletmecilere indirgemiyorum olayı zira olay danışıklı dövüş bi yerde ve ben de bunun bir parçasıyım.Parçası olmayı bıraktığım anda sonumun Gregor Samsa gibi olacağı gerçeğini değiştirmiyor buraya yazdıklarım..
Hangi film merak ettim?
Rusalka.
Yorum Gönder